kocayazı köyü
  Kocayazi Forum
 
=> Daha kayıt olmadın mı?


Kayıt icin => Daha kayıt olmadın mı? yazısına tıkla..istenen nick: yani isim yazıyorsun.. şifre ve email.adresini yazıp kayıt yap.a tıkla ... Foruma gelip.. Kullanıcı adı ..yazan yere kayıt olurken yazdıgınız (nick) yani isminizi yazıyorsunuz ve nokta nokta bolumune sifrenizi yazıp.. giris.e tıkla foruma yazı yazabilirsiniz .. Tesekkurler.. kocayazıköyü.com

Kocayazi Forum - İSLAMİ EDEBİ ESERLER

Burdasın:
Kocayazi Forum => DİNİ BİLGİLER => İSLAMİ EDEBİ ESERLER

<-Geri

 1  2 Devam -> 

Fadıl DURHAN
(şimdiye kadar 400 posta)
22.02.2009 10:47 (UTC)[alıntı yap]
Rahmetini umarak
Günahkar bir dille;
Allah Azze ve Celle

Ya Rasulallah,
Âlemlere rahmet hayatın geçiyor kalbimizden,
Kalbimizden seyrediyoruz seni.

İşte
Bir yaşındasın,
Beni Sa'd yurdundasın
Sana süt anne olmadı kadınlar
Bu yüzden dargın bulutlar
Bir damla yağmur indirmiyor
Kıtlık hüküm sürüyor Beni Sa'd yurdunda
Minicik bir bulut var gökyüzünde
Sana aşık...
Ayrılmıyor başucundan
Ve insanlar yağmur duasında...
Hz.Halime kucağına alıyor seni
Yüzünde bir gölgelik...Seni güneşten korumak için
Oysa minicik bulut gökyüzünde
Sana meftun, sana kilitli...
Ve dua eden rahibin kucağındasın
Dünyalar güzeli gözlerine bakıyor rahip
Kıtlığı da unutuyor, yağmuru da, duayı da
Ama sen unutmuyorsun
Uğruna canlarımız feda o gözlerinle gökyüzüne bakıyorsun
O minicik bulut ilişiyor bakışlarına
Büyüyor, büyüyor...
Sonra nazlı, nazlı yağmur damlaları iniyor buluttan
Fakat çoğusu bilmiyor yağmurun geliş sebebini
Çoğusu bilmiyor seni...

Altı yaşındasın
Medine-i Münevvere yolundasın
Yanında aziz annen ve Ümmü Eymen
Yetimliğini hissediyorsun baba kabristanında
Sonra yolda, Ebva'da öksüzlük karşılıyor seni
Mekke'ye annesiz giriyorsun
Abdulmuttalip bir başka seviyor seni
Ebu Talip bir başka seviyor

Ya Rasulallah
Mekke çocukları annelerine seslenirler miydi senin yanında
Onlar anne deyince sen yere mi bakardın
Mekke rüzgarları kaç gece gözyaşlarını taşıdı Ebva'ya
Kaç gece anne diye hıçkırdın
Efendim!
Senin yerine de anne dedik annemize
Senin yerine de baba dedik

Yirmi beş yaşındasın
Ve bambaşkasın
Kimse sana denk değil
Şefkat yayıyor kokun
Güven veriyor sesin
Sen Muhammed-ül Emin' sin

Otuz üç yaşındasın
Dalga dalga rahmet var

Otuz beş yaşındasın
Hadi gel bekletme yar
İniltiler çalıyor kapısını göklerin
Hadi gel bekletme yar
Sinesi çatlayacak Rasul bekleyenlerin...
Hadi gel ey Yâr!
Nurdağına davet var

İşte
Kırk yaşındasın
Hira Nur dağındasın
Cibril iniyor göklerden
Ve nokta nokta her yerden salat, selam yükseliyor
Sen kâinatın yüreğinden hasretle kopan ' Ah! ' sın
Karanlık gecelerimize sabahsın
Sen Nebiyullahsın
Sen Habibullahsın
Sen Rasulullahsın

Niye incittilerki seni sultanım
Niye işkence yaptılarki sana
Ebu Talip öldü diye mi bu pervasızca saldırılar
Himayesiz kaldın diye mi
Kabe'deki ağlayışın geliyor gözümüzün önüne
' Amca yokluğunu ne çabuk hissettirdin ' diyişin
Haremde namaz kılışın geliyor aklımıza
Başına pislikler saçılıyor
Başlar feda o mübarek başına
Nasipsizler sana bakıp nasıl da gülüyorlar
Biri koşuyor Mekke sokaklarından sana doğru
Biri koşuyor ama sanki yere inmiş Arş-ı Âla
' Bu koşan kimdir ' diye bir soru dolaşıyor boşlukta
Bu koşan kim?
Ve cevap veriyor biri:
Muhammed' in kızı Fatımatüz-Zehra
Velilerin anası...
Yüzünü gözünü siliyor biricik kızın
Sana yeryüzünde en çok benzeyen
Gülmesi sen, ağlaması sen
' Ağlama kızım ' diyişin geliyor aklımıza
Niye çıkardılar ki yurdundan seni
Himayesiz kaldın diye mi
Onlar bilmiyorlar mıydı seni himaye edeni
Seni yetim bulup barındıranı
Seni alemlere rahmet kılanı
Onlar deli diyorlardı sana, sen susuyordun
Mecnun diyorlardı, şair diyorlardı, sen susuyordun
'Seni bizim elimizden kim kurtaracak' diyorlardı
Sen,
Sen ' Allah! ' diyordun
Allah Azze ve Celle
Semayı haşyet kaplıyordu
Sen ' Allah! ' diyordun
Arş-ı Âla titriyordu
Bedir' de ' Allah! ' diyordun
Üç bin melek iniyordu alaca atlarda
Yüz yirmi beş bin sahabi:
' Anam babam sana feda olsun ' diyordu

Ya Rasulallah
Medine-i Münevvere sokaklarında yürüyordun
Neccar Oğulları'nın küçük kızları seni görünce
Sevinçten ne yapacaklarını bilememişlerdi
' Beni seviyor musunuz ' diye sormuştun onlara
' Seni çok seviyoruz Ya Habiballah ' demişlerdi
Sen de:
' Allah biliyor ki ben de sizi çok seviyorum' demiştin
Bu gün yaşayan gençler var
Neccar Oğulları'nın kızları diğil belki
Ama seni onlar da çok seviyor
Gözyaşlarından belli ki seni canlarından çok seviyorlar
Senden başka kimseleri yok
Allah biliyor ki sen onları da çok seviyorsun

Altmış üç yaşındasın
Refik-i Âla duasındasın
Senin için siyah yünden çizgili bir cüppe dokunmuştu
Kenarları beyazdı
Onu giyerek ashabının yanına çıkmıştın
Ve mübarek ellerini dizine vurarak:
' Görüyor musunuz ne kadar güzel ' demiştin
Meclisinde bulunan biri sana seslenmişti:
' Anam babam sana feda olsun ya Rasulallah, onu bana ver '
Niye istemişti ki senden sevdiğini bile bile
İstendiğinde katiyyen ' hayır ' demediğini bile bile
' Peki ' dedin o zata
Ve sen yine yamalı, eski cübbeni giydin
Dostuna kavuşmana bir hafta kalmıştı
Aynı cübbeden yine yine diktirdiler
Ama giyinmek nasip olmadı
Haberler uçurmuştun Ebu Hureyre' nin diliyle:
' Benden sonra öyle kimseler gelecek ki, keşke peygamberi görseydik de ne malımız ne de evladımız olsaydı diyecekler '
Ve Hz. Enes ile paylaşmıştın özlemini
' Beni görmedikleri halde bana iman eden kardeşlerimi görmeyi çok isterdim'

Sultanım!
Ey Medine minberinde ' ümmeti, ümmeti ' diye hüznü giyen sevgili
Ey Mekke mihrabında alemler hesabına ' Allah! ' diyen sevgili
Bize lütfu ilahi bahşedilen kapına diz çöktük, bey' at ettik
Rabbinden bize ne getirdi isen amenna
Duyduk, itaat ettik

Ya Rasulallah
Sen hâlâ kırk yaşındasın
Ve hâlâ ümmetinin başındasın...
Fadıl DURHAN
(şimdiye kadar 400 posta)
22.02.2009 11:37 (UTC)[alıntı yap]
Kapatın gözlerinizi

Ve karanlığı seyredin.

İşte böyle bir gece.

Mekke’de bir gece

Yorgunluk havada

Gariplik suda

Simsiyah bir sessizlik

Uyku bile uykuda.

Kâbe’nin hatîm kısmında

Yanı üzre yatan biri var

Yıl hüzün yılı

Ebu Talib yok

Yıl hüzün yılı

Vefakâr eş

Haticetül kübrâ yok.

Kâbe’nin hatîm kısmında

Yanı üzre yatan biri var

Teselli arayan kalp

Hüzünle çarpan kalp

O’nun kalbi.

Ve ayak sesleri

Yıldızlar ışıldıyor.

Bu ayak sesleri göklerden

Yol veriyor yıldızlar.

Semâdan inenler var.

İzin verseydi Allah

Kâinat inerdi yere

Çünkü kâbe’nin hatîm kısmında yatan

Sultân-ı levlâk’tır.

Habîb-i zîşândır o

Nur-u hüda’dır.

Merhamet ufkunun nazlı güneşi

Kainatın biricik çiçeğidir o.

İzin verseydi allah

Âlemler inerdi yere

Oysa emir yalnız cebrail’e

Ve yalnız cebrail iner yere

Kalk ya rasulallah

Semada melekler seni bekler

Taif’te taşlanan yüzüne hasret

Alaya alınan sözüne hasret

Seni bekler melekler.

Yer yüzünde vefa yok mu?

Seni teselli edecek birini mi arıyor kalbin.

Sevdiklerin bir bir uçuyor mu elinden?

Davetini hafife mı aldılar?

Üzülme ve aç gözlerini

Öteler bekliyor seni

Bu gece kainat adını anacak,

Aç gözlerini ki alemler nazarına kanacak.

Burak, senin için uçacak.

Aç gözlerini ya habiballah

Bu gecenin adına isra diyecek allah.

Ey yedi kat sema aç kapılarını,

Ve haber ver hasretle bekleyen peygamberlere

Deki hazreti Adem’e;

Cennetin kapısına adı yazılan

İsminin hatrına af istediğin

Salih oğul geliyor.

Söyle İsa’ya:

Kuytu köşelerde

Havarilerinle Allah’a sığınırken,

Bir adım ötedeymiş gibi kokusunu aldığın

Ve insanlığa gelişini müjdelediğin

Ahmet geliyor.

Yusuf’a, İdris’e, Harun’a söyle

Musa’ya deki:

Vasıflarına hayran olup da

Ümmetinden olmak istediğin

Salih kardeş geliyor.

Müjde ver İbrahim Peygamber’e:

Dua dua yalvarıp

Gelmesini istediğin oğul geliyor

Aç kapılarını ey yedi kat sema

Bu gelen Muhammed Mustafa

Cebrail yol gösterir

Ve yürür sultanlar sultanı

Bu nasıl bir yürüyüştür.

Bu nasıl bir eda?

İnci inci ter mübarek alınlarında

Baştan ayağa edep var

Attığı her adımda.

Sultanım,

Cennetler gösterilirken o gece

Ümmetini hayal ettin mi cennette?

Cehennemin alevleri selamlarken seni,

Gözyaşlarını gördü mü Cebrail?

Ümmetim dedin mi?

Sen unutmazsın bizi bunda kuşku yok

Tahiyyat duası haber verdi bize

Sen bizi hiçbir yerde

Hiçbir zaman unutmadın

İnşallah biz de seni unutanlardan olmayız.

Allah seni unutturmasın bize.

Bir söz sultanının dediği gibi

Eğer günahlarımızdan dolayı girersek cehenneme

Ve Allah biran olsun açarsa ufkumuzu

Talaal bedru aleyna diyeceğiz.

Miraç gecesi

Yürüdü rasulullah

Cebrail önde

Bir gece yürüyüşüyle

Yürüdüler… Yükseldiler.

Yükseldikçe yükseldiler.

Cebrail durdu birden,

Ya rasulallah, benimle buraya kadar.

Efendimiz niçin diye sordu

Burası sidre-i münteha’dır

Bir adım daha atarsam, yanarım, kavrulurum.

Allah rasulu, sordular:

Nasıl gidilir sidre-i münteha’da?

Cibril-i emin cevap verdi:

Aşkla!

Aşkla gidilir ya rasulallah

Aşkla gidilir ya habiballah

Aşkla gidilir ya nebiyyallah

Yürü sultanım yol senindir!

Aşk vadisinde mühür senin.

Söz senindir hal senindir.

Muhabbetin adı sensin.

Varlıkların tadı sensin

Yürü ve selamını ilet

Gözü yaşlı ümmetinin

Sensiz bunca yetimin

İlet selamını

Ahir zamanın ahını

Yüceler yücesine ilet

Sultanım

Sen dönerken miraçtan

İlahi hediyelerle

Bizim için miraç olan

Beş vakit namazla,

Bakara suresinin son iki ayetiyle

Ve şirke düşmeyenin affedilebileceği müjdesiyle

Dönerken sen miraçtan

Biz ahir zamandan

Ebu Bekir edasıyla bakıyoruz sana

“O söylediyse doğrudur”

Rasulullah söylediyse doğrudur.

Ve bir ayetin sıcaklğı sarıyor

Kainatin kalbini:

Her türlü noksanlıktan münezzeh olan allah

Kulunu geceleyin mescid-i haram’dan alıp,

Kendisine bir takım ayetler gösterelim diye

Etrafını mübarek kıldığımız

Mescid-i aksa’ya götürdü.

Çünkü, işiten ve bilen odur.

Şimdi açın gözlerinizi

Ve mîrâc’a hazırlanın
Fadıl DURHAN
(şimdiye kadar 400 posta)
22.02.2009 11:39 (UTC)[alıntı yap]
Sen yoktun...
Hz Âdem’deydi nurun
Önce cenneti,
Sonra yeryüzünü şereflendirdin.
Âdem nuruna affedildi
Arafat bu affa şâhitti

Sen yoktun
Nuh’un gemisindeydi Nurun...
Dalgalar yeryüzünü boğarken
Taprağın bağrındaki su
Gökyüzüyle buluşurken
Ve bu bir ilahi azap derken,
Allah nurunu taşıdı binbir sebeple
Tûfan, nurunu selamladı edeple...

Sen yoktun...
Hz.İsmail’in alnındaydı Nurun
İbrahimî bir dua yükseldi kimsesiz çöllerden
“Rabbimiz” dedi,
“Onlara kendi içlerinden
Senin ayetlerini okuyacak
Kitap ve hikmeti öğretecek onlara,
Onları temizleyecek bir elçi gönder,
Amin dedi on sekiz bin âlem
Nurunla aydınlanan minicik ellerini semaya kaldırarak
Amin dedi İsmail.
Hira Nur dağı amin diyerek ayağa kalktı
Medine’den adı Uhud olan bir amin yankılandı sevr dağında.

Sen yoktun...
Hz.İsa “Ahmed” diye muştuladı seni
Alemlerin efendisi diye sana seslendi.
Artık ben sizinle çok söyleşmem, dedi havarilerine..
Çünkü bu âlemin reisi geliyor...
Bekleyin Ahmed geliyor.
Kainata rahmet geliyor.
Havarilerin yüzünü okşayan,
Ölüleri dirilten bir nefes oldun
Ama sen yoktun...


Sen yoktun Sultânım,
Hz. Abdullah’ın alnındaydı Nurun
Başı eğik gezerdi mazlum
Huteyle göklerden seni sorardı
Varaka seni arardı semada
Anneler kız çocuklarını hep ağlayarak sevdiler.
Ağlayarak süslediler ölüme...
Ağlayarak hadi dayına gidiyorsun dediler.
Sen yokken,
Canlı canlı toprağa gömülmenin adıydı dayıya gitmek.
Anne yüreğinin çıldırtan çaresizliğiydi.
Ve yavrusunun ölüme gidişini seyretmesiydi...
En son çocuk atılırken çukura
Annesinin suretinde bir melek tuttu onu
Ve tebessüm ederek hira nur dağını gösterdi.
Melekler süslüyordu hirâyı.
Efendisine hazırlanıyordu cebel-i nur,
Efendisine hazırlanıyordu mekke.
Âlem Efendisine hazırlanıyordu
Kainatın gözü Hz. Aminedeydi.
Toprak yalvarıyordu rabbine,
Allahım gönder artık diyordu.
Gel diye ağlıyordu mazlumlar, gözleri semada


Ve bir gelişin vardı ya rasulallah,
Bir inişin vardı yer yüzüne...
Önünde cebrail!
Ardında yalın kılıç melekler!
Bir inişin vardı yer yüzüne...
Yetimler en huzurlu geceyi geçirdi belki de
Öksüzler annelerine sarıldı doya doya.

Sonra bir sessizlik kapladı seher vaktini.
Herşey sus pus olmuştu.
Hadi diyordu yıldızlar, Hadi diyordu ay!
Kainat bir isim duymak istiyordu.
Ve bir ses yükseldi Âmine’nin evinden;
Muhammed!
Karanlıklar aydınlığa bıraktı yerini.
Muhammed!
Melekler öptü o nurdan ellerini.
Muhammed!
Seni yaratan Allah’a kurbânız ey dürri yekta!
Sana o adı veren rahmana kurbanız


Artık sen vardın
Susuz topraklara rahmet indi seninle
Annenden sonra anne halime sevindi seninle
Yağmura mı ihtiyaç var?
Kaldır şehadet parmağını,
Yağmurları salsın Allah.
Sonra tut ağacın yaprağını,
Köklerini çıkarttırıp yanında yürütsün Allah.
Yeterki sen iste,
Sen iste yarasulallah
Deki ben kimim?
Dağlar, taşlar dile gelsin,
Dilsiz çocuklar ellerinden tutup,
Ente Rasulullah desin.

Sen vardın
Bedir kârdı,
Uhut dardı
Hendek yârdı.
Yiğitlerin vardı.
Ölmek için yarışan yiğitler...


Hele bir enesin vardı senin.
Enes bin malik...
Uhut’ta öldüğünü duyunca arkadaşlarına,
Niye burada oturuyorsunuz diye sormuştu.
Onlar da
“Allah’ın Rasulü öldürülmüş deyince
Enes kükremiş:
“ Peki o öldükten sonra yaşayıp da ne yapacaksınız?
Kalkın ve O’nun gibi ölün! Demişti.
Ve savaşın en yoğun olduğu yerde şehit düşmüştü.
Hem de ne şehit ey nebi!
Vücudu yaralardan tanınmaz haldeydi.
Kızkardeşi ancak parmaklarından tanıdı onu...

Musab Bin Umeyr’in vardı senin.
Uhut’ta sancağını taşıyan.
Öyle bir aşkla sana bağlıydı ki
Allah o gün melekleri Musab’ın suretinde indirdi.

Ebu hureyren vardı...
Acıkınca mescidin önünde durur sana bakardı.
Sen anlardın,
Ya Ebâhir gel! Derdin.


Ve sen gittin...
Bir gidişle gittin
Ardında hüznün kaldı.
Hasretin kaldı göklerde.
Bilal ezan okuyamaz oldu
Ne zaman teşebbüs etse
Muhammed rasulullah demeye
Dizleri üstüne çöker, kendinden geçerdi.

Sonra günler ay,
Aylar yıl oldu.
Ve asırlar oldu
Sensizliğe açtık gözlerimizi.
Ama sen bırakmazsın bizi.
Sen varsın ey şehitlerin sultanı
Sen varsın!
Bir şehit bile ölmezken
Sana nasıl yok deriz.
Ebutalip şama giderken devesinin önüne geçip
Beni burda kime bırakıp gidiyorsun demiştin.
Ne anam var ne babam...
Ebutalip bırakmamıştı bu yüzden.


Sensizliğin ızdırabıyla inleyen ümmetini kime bırakıp gidiyorsun Ya Rasûlallah!
Bırakma bizi ki; Allah;
Sen onların içindeyken onlara azab edecek değiliz buyuruyor.
Bırakma bizi!
Hayatı seninle öğretti Rahman.
Kulluğu seninle tanıdık.
Duayı senden öğrendik sevgili!
Hz Ömer umre için senden izin isteyince,
“Kardeşcik” dedin ona,
Kardeşcik, duanda bana da yer ayırır mısın?
Bizler Ömer değiliz ama
Bütün dualarımız senin için

Ey Rabbimiz!
Rasulünü anışımızdan haberdar et!
O’na binler salat, binler selam!
Habibine Makam-ı Mahmut’u ver
O’na vesileyi lutfet.
O’nu refik-i Âlâya yükselt
Bizi de affet
O’nun hatrına affet
Zatının hatrına Affet.
Fadıl DURHAN
(şimdiye kadar 400 posta)
22.02.2009 11:40 (UTC)[alıntı yap]
Sevgili!
Ümmü Mektum gibi
Seni görmeden sana sesleniyoruz
Alıp verdiğin nefesi duyar gibi
Sanki açınca gözlerimizi
Seni görecekmişiz gibi
Sana sesleniyoruz.
Senin huzurunda ses yükselmez.
Edeple konuşulur; edeple susulur.
Hele biz ki bu kapının dilencileri,
El açıp beklemekten başka
Bize bir şey düşmezdi ama
Şu araya giren yıllar olmasa
Medine’ne uzak yollar olmasa
İsmin anılınca yürek yanmasa
Kapında beklemekten başka
Bize bir şey düşmezdi.
Bekliyoruz Sultânım!
Rüyada olsa bile
Belki teşrif edersin diye
Hem de hiç kimseyi beklemediğimiz gibi.
Seni bekliyoruz.
Gelseydin,
Bizim için cennet olurdu gelişin.
Gelseydin,
Saadetli asrından gönderdiğin selâmını,
'Kardeşlerim' deyişini
Birbirimize nasıl anlattığımızı görürdün.
Gelseydin,
Dolaşsaydın sofralarımızı,
Bir tabak fazla görecektin,
Bir bardak, bir kaşık fazla...
Ve sofrada bir yer boş,
Baş köşe! ..
Ola ki Sen(A.S.M.) lutfeder gelirsin diye.
Gelseydin,
Dolaşsaydın gecelerimizi,
O 'Kutlu Doğum' gecelerini,
Anneler görecektin.
Yeni doğmuşsun gibi,
Yeryüzünü yeni teşrif etmişsin gibi,
Mışıl mışıl uyuyasın diye
Seni sabahlara kadar
Hayalen ayaklarında sallayan anneler görecektin.
Sevgili!
Gelseydin,
Medine-i Münevvere'den dünyaya yayılan Ashabın gibi,
Eyyüb Sultan gibi,
Kab bin Malik gibi,
Bir fecir vaktinde,
Henüz yirmisinde yirmi beşinde,
Bırakarak yurtlarını ocaklarını,
Hedeflerine ilahi rızayı koyan,
Arkalarına bakmayı ar sayan,
Yiğitler görecektin.
Onlar senin yiğidin,
Elleri, o öpülesi elleri,
Kimbilir hangi memleketin zemheri soğuklarında üşürken,
Senin köyünün hayaliyle ısındılar.
Gelseydin,
Gecenin zifiri karanlığında,
Uykunun en tatlı aralığında,
Rabiatül Adeviyye gibi Rabbiyle başbaşa
Gençler görecektin.
Gözyaşı dökerken günahlarına,
Veysel Karani'den istediğin gibi,
İnsanlığa dua eden gençler görecektin.
Gelseydin,
Asr-ı saadet gibi olmasa da,
Koklanmaya değer güllerimiz vardı.
Yine senin ikliminde yetişen.
Ama sen gelseydin,
Dikenler bile gül kokardı EFENDİM(A.S.M.) ! ! !
Seninle göz göze gelmeden gizli gizli seni seyretmek...
Hz.Vahşi gibi...
Hani sen Hane-i Saadet'ten Mescid-i Nebevi'ye giderken
Aişe annemiz ardından hayran hayran bakardı.
Seni mescidin önünde bekleyen Ashabı'nınsa
Bakışları yerdeydi.
Edepten göz göze gelmezlerdi.
Sende(A.S.M.) tebessüle nazar ederdin.
Mütebessim çehreni bir Ebu Bekir(R.A.) görürdü,
Bir de Ömer(R.A.) ...
Şimdi okununca Ezan-ı Muhammedi
Pencerelerde, kapı önlerinde,
Seni(A.S.M.) bekleyen nemli gözler var.
Gelseydin,
Ve yürüyüp geçseydin önümüzden,
Gülleri bayıltan o enfes kokunu çekerdik içimize.
Sevgili!
Hakiki aşıkların sana doğru uçarken
Bizim bu yaptığımız yolda emeklemekti.
Dünya güzelliğiyle kollarını açarken
Bize düşen el açıp kapında beklemekti.
Sevgili!
Bekliyoruz! ...
Fadıl DURHAN
(şimdiye kadar 400 posta)
22.02.2009 13:21 (UTC)[alıntı yap]
Elli Iki Gün
Alemlerin Rabbi olan Allah
Bir peygamber gönderecekse eğer
Yıldızlarla duyurdu bu haberi
Kamer menzillerinde üç yıldız doğa,


Şimdi son kez doğacak yıldızlar
Müjde üstüne müjde
Nur üstüne nur gibi,
Şimdi son kez müjdeleyecek
O son aziz Peygamberi…

Elli iki gün var…
Hane-i Saadet’te hüzün ve sevinç iç içe
Tesellisini bekliyor annelerin annesi,
Eşini kaybetmiş hazin bakışlarıyla
İncisini bekliyor
Belki o minik kalp atışlarını duyuyor.
Belki gözyaşı döküyor,
Babasız dünyaya geleceğine,
Ama taşıdığı rahmetin farkındadır Hz. Amine…
Tam elli iki gün var.
Ve yıldızlarında ötesinde hazırlıklar…
Kuşlar var,
Kuşlar…
Bakışlarıyla mesafeler aşmakta…
Kuşlar;
Dünyadan çok uzakta;
Ama hızla dünyaya yaklaşmakta…

Tam elli iki gün var…
Mekke-i Mükerreme’de bir felaket haberi;
Yemen valisi Ebrehe, Kabe’ye saldıracak!
Abdülmuttalib’in alınan iki yüz devesi…
Mekke reisi, develerini istiyor,
Kabe’nin sahibi Kabeyi koruyor!

Ebrehe öfkeli; ‘Onu bana karşı kimse koruyamaz’ diyor.
Kureyş’in Ulusu son sözünü söylüyor;
Ben Ona karışmam, işte Sen işte O…
Elli iki gün var…
Mekke halkı tepelere yürüyor, dağ başlarına
Mekke boşaltılır, Harem-i Şerif mahsun, Abdülmuttalib mahsun…
Kureyş’in Ulusu Kabenin halkasına tutunur,
İlahi, dokunulmazlığı tehlikeye düşmüş olanları koru…
Kabe’yi ve Kabe Halkını Koru…

…Ve ardından O’da yürür Dağlara,

Bir tek örtüsü kalır Kabe’nin
Yemen alacası bir örtü…
Hane-i Saadet yalnız, makam-i İbrahim yalnız…
Hicri İsmail, Hacer-ül Esvet,
Ve Kabe-i Muazzama yapayalnız…

Ve Kuşlar;
Ayak yapılarından belli ki, sadece uçmak için yaratılmışlar,
Bir yere kesinlikle konmayacaklar…
Kuşlar… hızla dünya semasına yaklaşmakta.

Elli iki gün var…
Muassaf vadisinde Ebrehe’nin ordusu,
En önde devasa bir fil, ardında altmış bin sefil,
Kabe’yi yıkmak için harekete geçiyor.
Daha adımını atmadan fil, Ebrehe’nin yol göstericisi Tufeyl,
Yaklaşıp kulağına bir şeyler fısıldıyor…

‘Mamut, sağ ve selametle geldiğin yere dön!,
Çünkü sen, Allah’ın dokunulmaz kıldığı memlekettesin…’
Ve Tufeyl’de çekilir dağlara…
Ve fil dizlei üstüne çöker… orduda bir kargaşa.
ne oldu bu file?, yönü başka tarafa çevrilince koşuyor,
Hem de delice bir süratle…
Ama Kabe’ye doğru döndürülünce yüzü, kapanıyor dizlerinin üstüne.
Ucu sivri demirler sokuluyor burnuna, Mamut kalksın ve yürüsün diye,
Ama nafile…
Tam o esnada gökyüzünde Yemen tarafında bir karartı,
Kapkara bir bulut gibi, deniz üzerinden git gide yaklaşan,
Yaklaştıkca netleşen bir karartı…
Ve dehşetle açılan gözler…

Ve sapsarı kesilen yüzler…
Bir ses:
‘Dayana bilecekseniz bakın’ diyor. Çünkü,
Gökten Ebabiller yağıyor…

Yeryüzünde hiç görülmemiş kuşlar, irili ufaklı, bölük bölük, fırka fırka,
Birbiri ardınca,
Başları vahşi hayvanların başı gibi, gagalarında ve ayaklarında taşlar,
Pişirilmiş çamurdan.
Kanatları benek benek karbeyazı,
O ilahi nur’dan, ve alınlarında bir yazı…
EL KAHHAR

Belli ki azap için yaratılmışlar.
İşte başlıyor azap…
Ebrehe ile altmışbin kişilik ordusu ve sicim gibi yağan taşlar…
Taşlaşmış yürekleri söküp çıkaran taşlar.

Elli iki gün var,
Kabe yalnız değil, Kabe sahipsiz değil.
Ve haykırıyor Kabe;

Hani nerede ordunuz?
Hani gururlanıyordunuz?
Hani kaçış yurdunuz?
Hem nereye kaçıyorsunuz?…

Takip eden Allah, nereye kaçıcaksınız?
Takip eden Allah…

Bu gün fil ordusundan bu azabı tatmayan hiç kimse kalmayacak.
Ebrehe malup, galip olan Allah,
Biliniz ki sonunuz alevli bir ahtır.
İntikam alanların en hayırlısı Allah’tır.

Yarabbi;
Bu gün ve bu günden sonra,
Eğer bir Ebrehe ruhu, toplayıp ordusunu, yürürse haremine…
Ne olur Ebabillerini gönderme.
Muhammedi muhabbetle dolu bir tek kalpde duruncaya dek gönderme kuşlarını.

O gün dağlara çekilen halk,
Nasıl korku içinde izlediyse Onları,
Bu gün Ebabiller izlesin bizi,
Ve yeryüzü duysun sesimizi…

Kabe’i Muazzamanın koruyucusu biziz,
Çünkü biz Ümmeti Muhammediz…

Ebabiller uzaklaşırkan Mekke’den
Kabe’i Muazzama Gönüller Sultanı’nı bekkliyor.
Anneler Anne’si Gül’ünü bekliyor…

Tam elli iki gün var…



Bütün konular: 58
Bütün postalar: 548
Bütün kullanıcılar: 95
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
 
  Bugün 6 ziyaretçi (10 klik) kişi burdaydı!