kocayazı köyü
  Kocayazi Forum
 
=> Daha kayıt olmadın mı?


Kayıt icin => Daha kayıt olmadın mı? yazısına tıkla..istenen nick: yani isim yazıyorsun.. şifre ve email.adresini yazıp kayıt yap.a tıkla ... Foruma gelip.. Kullanıcı adı ..yazan yere kayıt olurken yazdıgınız (nick) yani isminizi yazıyorsunuz ve nokta nokta bolumune sifrenizi yazıp.. giris.e tıkla foruma yazı yazabilirsiniz .. Tesekkurler.. kocayazıköyü.com

Kocayazi Forum - RAMAZAN ORUCU

Burdasın:
Kocayazi Forum => DİNİ BİLGİLER => RAMAZAN ORUCU
<- Geri  1  2 

Devam->


Fadıl DURHAN
(şimdiye kadar 400 posta)
22.02.2009 23:08 (UTC)[alıntı yap]
TERAVIH VE RAMAZAN GECELERININ IHYASI

Ramazan ayi, Allah’in kullarina ihsan ettigi önemli bir aydir. Faziletiyle ilgili yazilmis ve söylenmis çok söz vardir. Ama ne olursa olsun asil olan yasanmasidir. Aksi taktirde bildigini yasamayan insan konumuna düsülür ki, bu da Islâm’in kabul etmedigi bir gerçektir.

Ramazan gecelerinin ihyasiyla ilgili Ebu Hureyre’den mervî su hadis dikkat çekici: “Rasulullah ramazan gecelerini ihya etmeye tesvik eder, fakat kesin olarak emretmezdi. Her kim inanarak ve karsiligini Allah’tan bekleyerek ramazani ihya ederse, geçmis günahlari bagislanir.”

“Ramazani ihya etmek...”ten maksat, namaz kilarak ihya etmektir, bu namaz da teravih namazidir denmis. Bir baska hadisi serifte de Peygamberimiz: “Süphesiz Allah ramazan orucunu farz kildi, ben de ramazan gecelerini ihya etmeyi sünnet kildim. Her kim inanarak ve sevabini Allah’tan bekleyerek ramazani oruçla, gecelerini de namazla ihya ederse anasindan dogdugu gibi günahlarindan temizlenmis olur.” buyuruyor.

Görüldügü gibi ramazan gecelerini ihya etmek, Müslüman için son derece menfaatli bir durum. Burada teravih namazi olarak zikredilmeye çalisilmissa da, sadece buna hasretmek eksik olur. Asil olan, bu geceleri en hayirli bir sekilde degerlendirmektir. Kur’an okumak, Peygamber hayatini okumak, tefekkür ve tezekkürle mesgul olmak, ramazan gecelerinde yapilmasi gereken islerden olmalidir.

Ramazan ayi, Kur’an ve ibadet ayi oldugundan, gündüzleri oruçlu insanlarin, gecelerini de malayani ile geçirmeden, gündüzki orucun sevabini yok edici davranislarda bulunmamasi gerekir. Onun için de insan, ramazan ayinda her yönüyle kendini hesaba çekmeli. Yaptigi güzelliklere devam etmeli, yapmamasi gerekip de yaptigi yanlislardan da vazgeçip, nasuh tevbesi yapmalidir. Deyim yerindeyse yeniden dogmak için ramazan ayini, kul, firsat bilmeli.

Özellikle ramazan gecelerinin ihyasinda en verimli is teravih namazidir. Simdi de teravih namazinin nasil ve ne kadar kilinmasi gerektigi ile ilgili bilgileri size aktaralim.

Teravih Namazi

Teravih, nefsin istirahat etmesi demektir. Ramazan ayi içinde kildigimiz teravih namazlarinda her dört rekattan sonra dinlenildigi (dinlenmesi gerektigi) için bu sekilde adlandirilmistir.

Tek ve cemaatle kilinabilen teravih namazinin hükmü, Ahmet b. Hanbel, Safiî ve Ebu Hanife ile Malikîlerden bazilarina göre EFDALDIR. Bu hükme bu mezheplerden bazi müctehidler farkli görüsler de beyan etmislerdir. Mesela Tahavî, vacib-i kifaye demistir.

Peygamberimizin teravih namazini devamli cemaatle kilmadigindan Islâm âlimlerinin bir kismi evde kilmanin faziletli oldugu kanaatine varmislar. Hz. Ömer devrinden sonra teravih namazi Islâm’in siâri haline geldi ve Müslümanlar bunu devamli olarak kildilar. Bu sebeple alimler teravihi camilerde kilmanin efdal oldugu hususunda görüs birligine vardilar ve bu konuda asagidaki delilleri zikrettiler:

Hz. Aise (r.a.) diyor ki: “Hz. Peygamber mescitte namaz kilmisti. Bir grup cemaat de O’na uyarak namaz kildilar. Sonra ikinci gün yine kildi. Bu sefer cemaat çogaldi. Sonra üçüncü gün, yahut dördüncü gün cemaat yine toplandi. Fakat Hz. Peygamber onlarin yanina çikmadi. Sabah olunca da söyle buyurdu: “Yaptiginizi gördüm. Ancak size çikmaktan beni alikoyan sey, size bu namazin farz olmasindan korkmamdir.”

Görüldügü gibi Hz. Peygamber, teravih namazini cemaatle kilmistir. O’nu cemaate devam etmekten “ümmetime farz kilinir” endisesi alikoymustur.

Ebu Hureyre diyor ki: “Hz. Peygamber, ramazanda çikip bakti ki, bir grup cemaat mescidin bir kösesinde namaz kiliyor. “Bunlar nedir?” diye sordu. Dediler ki: “Bunlar Kur’an okumayi bilmeyen bir topluluktur. Ubey b. Kâb namaz kiliyor, onlar da onun namazina uyarak kiliyorlar.” Bunun üzerine Hz. Peygamber buyurdu ki: “Dogru yapiyorlar. Yaptiklari sey ne güzeldir.”

Hz. Ömer (r.a.)’in, cemaati Übey b. Kâb’in arkasinda topladigi belirtilir. Zikredilen bu deliller teravih namazinin cemaatle kilinmasina delil teskil etmektedir.

Hz. Peygamber’in: “Farz olani müstesna namazin efdali, kisinin evinde kildigi namazdir.” sözünü alimler, teheccüd namazina hamletmislerdir. Nitekim bayram namazlari, küsuf ve istiska gibi cemaatle kilinmasi mesru olan bazi namazlari umumdan istisna ettiler. Teravih namazi da böyledir. Bunun için Ömer b. el-Hattab, teravihin farz kilinmasi endisesi ortadan kalkinca, cemaatle camide kilmayi emretmistir. Bu uygulama o zamandan günümüze kadar böylece devam edegelmis ve ramazan ayinda teravih namazi kilmak, Islâm’in siari olmustur. Ancak teravihi camide cemaatle kilmayip da evinde kilan kimse kötülenmez, ayiplanmaz.

Teravih namazi konusunda sahabe uygulamasina gelince; Hz. Peygamber’in vefatindan sonra Ebu Bekir ve kismen de Ömer döneminde teravih namazi münferiden, yani cemaat olmaksizin kilinmaktaydi. Bir ramazan öncesi Ömer mescide çiktiginda, halkin daginik bir sekilde teravih namazi kildigini görmüs ve daginik bir sekilde kilmak yerine insanlari bir imamin arkasinda toplayip teravih namazinin cemaatle daha derli toplu, düzenli bir sekilde kilinmasinin uygun olacagini düsünmüs ve ertesi gün Ubey b. Kâb’i teravih imami tayin etmistir. Düzenli bir sekilde namazin kilindigini görünce de: “Bu ne de güzel bir yeniliktir (bidat).” diye memnuniyetini ifade etmistir.

Teravih Namazinin rekat sayisi

Bu konuda alimlerin üç görüsü vardir:

1- Teravih sekiz rekattir. Muhaddislerin ve Muhakkiklerin görüsü.

2- Teravih yirmi rekattir. Üç imam; Ebu Hanife, Safî ve Ahmet b. Hanbel’in görüsü.

3- Teravih otuz alti rekattir. Imam-i Malik’in görüsü.

Bu görüs içinde muhtelif deliller mevcut. Yalniz üçüncü görüs konusundaki delil hayli zayif. Birinci ve ikinci görüs konusunda oldukça kuvvetli deliller mevcut. Bu konuda delillerle sizlerin dikkatini dagitmak istemiyorum. Fakat sunu ifade etmeyi de vazife addediyorum: Bu açiklamalara göre, teravih namazinin sekiz rekatinin Hz. Peygamberin sünneti, geri kalan on iki rekatinin ise, teravihin yirmi rekat olduguna dair, sahabenin sünneti ve Islâm ümmetinin ramazan ayini ihya gecesiyle yasattigi gelenegi oldugu ortaya çikmaktadir. Bu durumu birbirinden ayirmak için bazi Hanefîler teravih namazinin ilk sekiz rekatinin RATIBE sünnet, geri kalan on iki rekatinin ise MÜSTEHAB oldugunu söylemislerdir.

Ramazan ayi Kur’an ayi, ramazan ayi ibadet ayi; bu aya erisen Mü’minler bunun kadrini, kiymetini iyi bilmeliler. Bir kudsî hadiste buyuruluyor ki: “Kulum bana nafile ibadetle yaklasir; ben onun gören gözü, tutan eli, yürüyen ayagi olurum.” Bizler de bu anlayis üzere hayatimizi idame etmek istiyorsak ibadetlerimize özen göstermeliyiz. Ister sekiz, ister yirmi, ister otuz alti kilalim; ister evde, ister mescid/camide kilalim mühim olan hakkiyla ve Allah’in rizasina uygun olarak kilmaya çalismamizdir.

Allah’a yakin olmaya çalisip, Allah’a yaklastirici ibadet etmeye gayret edelim.

Yaziyi tamamlamaya çalisirken bir hususu da izah etmek istiyorum. Ülkemizde kilinan teravih namazlari adeta sürat yarisi seklinde eda edilmeye çalisiliyor. Ne hikmetse böyle bir teamül mevcut. Oysa teravih namazinin hizli kilinacagina dair en ufak bir kaynak mevcut degil. Hal böyle olunca mü’minlerin bu konuya dikkat etmeleri gerekir. Oysa bizler biliyoruz ki, geç saatlere kadar teravih kilinirdi.

Bu hususta su, bazi kimseler çabucak teravih namazini kilip, kahvehanelere dolup sahur vaktine kadar oturup/oynayip ondan sonra -bir kismi sabah namazini kilip bir kismi da onu dahi kilmadan- yatmakta. Bu son derece mahzurlu. Sevaba ihtiyaci olan biz mü’minlerin böylesi hallerden uzak durmasi gerekir.

Ne mutlu her seyi Allah’in rizasina uygun yapmaya çalisanlara!



Fadıl DURHAN
(şimdiye kadar 400 posta)
22.02.2009 23:08 (UTC)[alıntı yap]
Diger Dinlerde ORUÇ


HIRISTIYANLIK'TA ORUÇ

Hiristiyanlik'ta da oruç farz
Hiristiyanlik'ta oruç Kilise'nin üçüncü emridir. Kuran'in bildirdigine göre oruç Hiristiyanlara da farz kilinmistir. Hiristiyanlik'ta oruç ve perhiz ayni anlamda kullanilir. Orucun amaci, islenmis günahlarin cezasini bu dünyadan çekmeye baslamaktadir. Incil, oruca büyük önem verir ve övgüyle bahseder. Ancak orucun zamani, uyulacak kurallar Hiristiyan mezhepleri arasinda farklilik gösterir
Hiristiyanlik'ta oruç tutma yasi 21'de baslar. Hiristiyanlar, 60 yasina kadar oruç tutar. Oruç konusunda 1966 yilinda alinan Roma kararlarinda bu konu yazili olarak belirtilmistir. Bir Hiristiyanin perhiz için ise, en az 14 yasinda olmasi gerekir.
Hiristiyanlikta iki çesit oruç bulunur. Okaristi orucu yani sükran orucu ve ekleziyastik oruç yani kilise orucu. Bu iki çesit orucu Katolik'ler tutar, Protestanlar tutmaz. Hiristiyanlik, çarsamba, cuma ve cumartesi günleri ile bazi yortularin arefe günlerinde oruç tutmayi tesvik eder. Hiristiyan inancina göre, Hz. Isa, çarsamba günü ele verilmis, cuma günü çarmiha gerilmis ve cumartesi günü de gömülmüstür.
Hiristiyanlikta Hz. Isa'nin öldükten sonra dirildigi ve göge çikarildigina inanilan Paskalya'da oruç tutulmasi önemlidir. Paskalya öncesinde iki gün oruç tutmak dindar Hiristiyanlar arasinda yaygin bir uygulamadir.

MUSEVILIK'TE ORUÇ

Musevilik'te oruç: Yom Kippur
Tevrat'ta bazi günlerde oruç tutulmasi emredilmektedir. Yahudilikte oruç nefsi terbiye etme ve bazen de aci çekme araci sayilirken, bazen de Allah'a yaklasma araci olarak kabul edilmektedir. Tevrat'a göre, Hz. Musa Tur Dagi'nda 40 gün 40 gece kalmis ve bu süreyi oruç tutarak geçirmistir.
Arabistan'in çesitli bölgelerinde yasayan Yahudiler oruç tuttuklarinda yatsidan sonra da bir sey yemezlerdi. Hatta bazi Müslümanlar da oruçla ilgili ayetler tamamlanmadan önce ayni Yahudiler gibi hareket ederdi.
Babil döneminde matem ve üzüntü sembolü olarak oruç tutulurdu. Yahudiler, Allah'in kendilerine felaketler verdigine inandiklari dönemlerde sürekli oruç tutardi.
Yahudilikte oruca çocuklar, 12'nci yaslarindan bir ay alinca baslar. Yahudilik'te tutulmasi gerekli görülen tek oruç Yom Kippur adi verilen keffaret orucudur. Kippur pismanlik anlamindadir. Yahudiler bu günde günahlarindan pisman olurlar. Allah da onlari affeder. Yom Kimpur Ibranice'de 'tövbe günü' anlamindadir.
Yahudilerin en büyük ibadet günlerinden olan Kippur, büyük oruç günü olarak kabul edilir. Yom Kippur denen ve 19 Nisan'da baslayip ve bir hafta süren Pesah Bayrami orucu ise genellikle Hamursuz Bayrami'ndan sonra gelen pazartesi ve persembe günleri tutulur.
Yahudilikte Yom Kippur'da oruç tutmak sarttir. Imsak önceki aksam günes batarken baslar. O gece ve ertesi gün ilk iki yildiz görününceye kadar da yemek içmek yasaktir. Bu süre yaklasik 25 saattir. Yom Kippur orucunun Hz. Musa'nin Allah'tan buyruklarini almak üzere Tur Dagi'na gittiginde Yahudilerin altin bir buzagiya tapinmalarindan ötürü tutuldugu anlasilmaktadir.
Yahudiler Babil dönüsünden sonra Kudüs'ün tahrip edilmesi ve diger felaketler nedeniyle dört ayri oruç daha ortaya çikarmislardir. Bazi Talmud yorumculari bu 4 orucun, baska devletlerin himayesi altindaki Yahudiler tarafindan tutulmasi gerektigini aksi takdirde gerekli olmadigini belirtir.
Yahudilerde oruç genellikle safagin sökmesinden ilk yildizin görülmesine kadar sürer. Ancak Yom Kippur gibi bazi oruçlar ile bir aksamdan ertesi aksama kadar devam eder.


DIGER DINLERDE ORUÇ
Nirvana'nin yolu oruçtan geçer Insanlik tarihinde dinlerin neredeyse tümünde oruç tutmak yer alir. Semavi dinlerin disindaki dinlerde de orucunu önemli bir yeri vardir. Örnegin Budizm'in kurucusu Buda, 'kurtulusa' yani Nirvana'ya ulasmanin yolunun arzulardan vazgeçmekten geçtigini vurgular. Bunun pratik yolu da oruç tutmaktir. Iste bazi dinlerde orucun yeri:



Hinduizm'de oruç: Hint dinlerinden Hinduism'de oruç nefsi terbiye için yilin belirli aylarinda ve günlerinde oruç tutulur. Ibadet amaciyla dualarin okundugu günlerde oruç tutulmasi gerekir. Hinduizm'de oruç genellikle belirli bazi besinleri yememe, yani bir çesit perhiz seklindedir.

Taoizm'de oruç: Dogu kültürlerinin dinlerinden Taoizm'de oruç, daha genis bir anlamda ele alinmistir. Burada oruç, sagligi koruma ve böylece yaslanmayi geciktirme özelligiyle ön plana çikar. Çinliler ayrica, büyük bayram günleri ile kötülüklerin arttigi dönemlerde de, kendilerini korumak için oruç tutarlar.

Brahmanizm'de oruç: Güney Asya Hint dinlerinden Brahmanizm'de her ayin 12 ve 13'üncü günlerinde oruç tutmak gelenektir. Brahmanizm'de yaslilar hastalar ve çocuklar dahi oruçtan muaf degildir. Bazilari insani isteklerini yenmek için 15 gün boyunca oruç tutar. Bu süre içinde bir yudum sudan baska bir sey yiyip içmeleri orucu bozar.

Jainizm'de oruç: Hint dinlerinden Jainizm'de orucun kurallari daha serttir. Jainistler kesintisiz olarak 40 gün oruç tutarlar. Bu dinin kurucusu Mahavira'nin (M.Ö 599-527)) kendisine iskence yaparak dinde yüksek dereceye ulasmaya çalistigi, et ve yumurta yemedigi ve hatta ölünceye kadar da oruç tuttugu söylenmektedir.

Budizm'de oruç: Güneydogu Asya dinlerinden Budizm oruca en fazla önem veren dinlerdendir. Budizm'in kurucusu Buda'ya göre, ne dünyaya baglanmak ne de dünyadan vezgeçmez gerekir. Bu amaca ulasmak için koydugu kurallarin birincisi ise, her iki ayda bir oruç tutmak ve bu süre içinde de toplum içinde tüm günahlarini itiraf etmektir. Buda'ya göre sonsuz kurtulusa, yani Nirvana'ya engel olan tek sey arzulardir. Kurtulus ancak arzulari terketmekle saglanir. Ve arzulardan kurtulmanin birinci yolu da oruç tutmaktir.

Maniheizm'de oruç: Manilikte oruç, isigi gönderen günes ve aya dua etmek amaciyla tutulur. Babil ve Asurlularin da orucu büyük önem verdigi bilinir. Eski Misir'da ise oruç genellikle dini bayramlarda tutulur.

Avrupa yerel dinleri: Keltler'in oruç tuttugu, eski Roma ve Yunanlilarin da orucu felaketlerden kurtulmak için bir yol olarak kabul ettigi bilinir.

Fadıl DURHAN
(şimdiye kadar 400 posta)
22.02.2009 23:09 (UTC)[alıntı yap]
Oruç Tutmanin Fazîletleri

Oruç tutmak Islâm'in temel ibâdetlerinden biridir. “Oruç tutmak” Hazret-i Âdem'den Hazret-i Muhammed'e kadar bütün peygamberler tarafindan ümmetlerine tavsiye edilmistir. Hazret-i Mûsâ da Hazret-i Isâ da oruç tutarlardi. Semâvî dinlerdeki bütün ibâdetlerde oldugu gibi orucun da: 1) maddî, ve bir de 2) mânevî yönü vardir.

Usûlüne uygun olarak tutuldugu takdirde maddî yönü itibâriyle islâmî oruç, pekçok tibbî incelemelerde de vurgulanmis oldugu gibi: 1) vücûdda 11 ayda biriken toksik maddelerin dogal olarak elenmesini kolaylastirir, 2) bâzi kimselerin dengesiz ve asiri beslenmesi sorununa bir aylik bir nefes aldirir, 3) hayatî fonksiyonlari icrâ eden organlarin dinlenip güçlenmesini saglar, 4) sinir sistemindeki iletisim pertürbasyonlarinin ortadan kalkmasina katkida bulunur ve bu iletisimi regülârize eder, ve 5) insanda “kuruntu”yu (yâni vehmi) azaltir.

Mânevî yönü bakimindan ise oruç: 1) insanin kendi nefsi üzerine egilip düsünmesine ve bu bakimdan idrâk sâhibi olmasina katkida bulunur, 2) açlik ve yoksulluk çeken hemcinslerinin durumlarinin berrâk bir idrâk ile idrâk edilmesini saglar, 3) bu bakimdan insanin merhamet hislerinin gelismesine ve hangi dinden olursa olsun insanlara sefkat ve müsâmaha ile yaklasmaya zemin hazirlar, 3) nefsin, kisinin hem kendi nezdinde ve hem de baskalarinin nezdinde kinanmasina sebep olabilecek asiri isteklerinin idrâk edilip bunlara gem vurulmasini saglar, 4) Yaratan'in bir emrini yerine getirmenin mutlulugunu bahseder, ve 5) nefsine gem vuramayanlardan çok farkli oldugunun idrâkinin verdigi mânevî huzurun, ve bu imkâni bahsederek kendisini korumus oldugu için Yaratan'a hamd ve sükür etmenin lezzetini tattirir.

Orucun edebine riâyet etmek ve hakkini vermek yalnizca bir inanç meselesi degil, ayni zamanda bir idrâk ve bir kültür meselesidir de. Elbette ki oruçlu oldugu zaman barut fiçisi kesilen, vara yoga sinirlenen, önüne gelenin kalbini kiran, yâni diline ve eline hâkim olamayan bir kimsenin Yaratan'in indindeki degeri ile oruçlu olmasina ragmen kendisinden ahlâkî ve içtimaî yönden bir eksiklik ya da olumsuzluk zuhur etmeyen yâni yalnizca aç ve susuz kalmak bakimindan degil fakat ahlâkî bakimdan da nefsine hâkim olan kimsenin degeri ayni olamaz.

Oruçlu iken açliga ve susuzluga tahammül etmekle beraber davranislarinda sabir, temkin ve îtidal gösteremeyen bir kimsenin oruç tutmasi dogru degildir. Onun Islâm'in bu kabil hasta kimseler için gösterdigi müsâmahadan yararlanip Seriat'in öngörmekte oldugu oruç kefâreti olarak her gün bir fakîri doyurmasi kendisi için daha hayirlidir.


Ramazan Sosyal Dayanismaya da

Katkida Bulunan Bir Aydir


Ramazan sosyal dayanismaya katkisi olan bir aydir. Bu ay boyunca zengini de fakiri de es, dost ve ahbaplarin iftara gelmelerini sofralarinin beti-bereketi sayarlardi. Bu iftar sofralari ise yalnizca oruç tutan müslümanlara degil herkese açik olurdu. Hattâ tam iftar vaktinde sokaktan geçen birisi herhangi bir evin kapisini çalip: “Iftara Tanri misâfiri kabûl eder miydiniz?” diye sordugunda derhâl sofraya ve hem de bas-köseye alinirdi.

Benim çocuklugumda pekçok kimse ermeni, yahudi ve rum komsulari ya da ahbablari için özel bir iftar dâveti yapardi. Ayrica bunlar, karsilikli tebriklesmek için muhakkak, biribirlerinin dinî bayramlarini, yortularini ve kandilleri de kollarlardi. Kurban bayraminda gayri-müslim dostlarin kurban payi özenle ayrilir ve evlerine kadar gönderilirdi. Bayram tebrikine gelen gayri-müslimlerin çocuklarina da bunlarin ziyâretleri bitip de ugurlanirlarken, tipki müslüman çocuklarina yapildigi gibi, bayram bahsisleri Pyramid marka mendillerin içine sarilmis olarak kapidan çikarken ceplerinin içine sokulurdu. Bu dostlarin ya da ailelerinden fertlerin vefâtinda ya da çocuklarinin vaftiz törenlerinde muhakkak kilisedeki törenlere seyirci olarak katilinirdi. Ayrica Paskalya, Noel ve Hamursuz günlerinde bu dostlardan o güne mahsûs hediyeler gelirdi. Biz boyali yumurtalarin yariya kadar gömülü oldugu o güzelim pandispanyalari hep heyecanla beklerdik.

Osmanli Imparatorlugu’nu çökertmek için Bati'lilarin Balkanlar'da ekmis olduklari milliyetçilik nifâkina ragmen meselâ: Istanbul'da rum, ermeni ve yahudiler; Izmir'de levantenler ve yahudiler; Kirklareli'de yahudiler; Amasya ve Kayseri'de ermeniler ve daha niceleri müstereken paylastiklari mutfak ve mûsikî kültürlerinin etkisiyle, ve kezâ ortak içtimaî örf ve âdetleri ve kezâ biribirlerinden kiz alip-vermeleri dolayisiyla müslüman türklerle çok iyi münâsebetler içinde yasarlardi. Ve bu içtimaî birlige Ramazan'in katkisi da büyüktü.

Bu güzel birligin ve karsilikli müsâmaha ve muhabbetin simdilerde, özellikle büyük sehirlerimizde, hayli aksamis oldugunu üzüntüyle müsâhede ediyoruz. Kanaatimce bunun üç sebebi bulunmaktadir:

1) 6-7 Eylûl 1955 olaylarindan sonra rum vatandaslarimizin çogu kabuguna çekilmis ve hattâ Yunanistan'a göçmüs bulunmaktadir;

2) Israil hükûmetinin iskân politikasi dolayisiyla pekçok mûsevî vatandasimiz, Cumhuriyet'in kendilerine karsi uygulamis oldugu bir dizi disarliyici politika sonucu, “Arz-i Mev'ud” dedikleri Israil'e göçmüslerdir.

3) Ayni durum ermeni ve süryânî vatandaslarimizin büyük bir bölümü için de geçerlidir.

4) Cumhuriyet'in ilânindan sonra zuhur eden ve her askerî darbenin pesinden tahkim ederek sürükledigi, dar görüslü bir milliyetçilik kavrami bu vatandaslarimizla birligimizi zedelemis ve arka plânda da bunlara Türk vatandasi gözüyle degil de alelâde bir ekalliyet gözüyle bakmistir. Son seçimler hâriç tutulursa, 1960’dan itibaren otuz küsûr sene Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne milletvekili olarak bir tek gayri-müslim seçilmemistir. Bununla beraber hâlâ Anadolu ve Trakya'da, bu vatandaslarimizla aramizdaki iliskiler Ramazan aylarinda dostluklari pekistiren bir havada sürüp gitmektedir.

Kur'ân-i Kerîm'de “Lâ ikrâhe fi-d dîn” (Bakara Sûresi, 255. âyet) yâni “Dinde zorlama yoktur!” ve ayrica “Muhakkak ki îmân edenler için; yahudilerden, hiristiyanlardan ve sabiîlerden Allah'a ve Âhiret gününe inanip da iyi islerde bulunanlar için Rabb'lerinin indinde hayrlar vardir; onlara herhangi bir korku yoktur ve onlar mahzûn da olmayacaklardir” (Bakara Sûresi, 62. âyet) ilâhî hükümlerini idrâk etmesini bilmis olan müslümanlar, her türlü taassubdan uzak bir sekilde, bu vasiflara uyan gayri-müslimlere daima muhabbet ve anlayisla yaklasmislar, bunlarla saglam dostluklar kurmuslar ve karsilikli yardimlasma içinde beraberce yasamislardir. Fakat ne yaziktir ki günümüzde bile, Kur'ân-i Kerîm'in bu açik hükümlerine ragmen, islâmî topluluklarin bâzilarinda taklitçi bir din uygulamasinin verdigi tembellikle bu âyetlerin hükümlerinden haberdâr olmadan diger din mensublarina asabî bir tutum sergileyen nice gafiller bulunmaktadir.

Iste Ramazan ayi insanin kendisi ve çevresi hakkinda derin bir tefekküre dalmasi ve bunun sonucu olarak da gerek kendisi gerekse hemcinsleri hakkinda Kur'ân-i Kerîm'in koymus oldugu sinirlar içinde kendisini yeniden sekillendirecegi mubârek bir firsat olarak karsimiza çikmaktadir. Bu mubârek ayi bos yere degil de böylesine bir “sahsiyet yenilenmesi” ayi olarak degerlendirmesini bilenlere ve bunu gerçeklestirebilenlere ne mutlu!




Bütün konular: 58
Bütün postalar: 548
Bütün kullanıcılar: 95
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
 
  Bugün 28 ziyaretçi (61 klik) kişi burdaydı!