kocayazı köyü
  Kocayazi Forum
 
=> Daha kayıt olmadın mı?


Kayıt icin => Daha kayıt olmadın mı? yazısına tıkla..istenen nick: yani isim yazıyorsun.. şifre ve email.adresini yazıp kayıt yap.a tıkla ... Foruma gelip.. Kullanıcı adı ..yazan yere kayıt olurken yazdıgınız (nick) yani isminizi yazıyorsunuz ve nokta nokta bolumune sifrenizi yazıp.. giris.e tıkla foruma yazı yazabilirsiniz .. Tesekkurler.. kocayazıköyü.com

Kocayazi Forum - TÜRKÇENİN SAHİPSİZLİĞİ

Burdasın:
Kocayazi Forum => SANAT VE ESERLER => TÜRKÇENİN SAHİPSİZLİĞİ

<-Geri

 1 

Devam->


çınar39
(şimdiye kadar 13 posta)
25.08.2010 03:27 (UTC)[alıntı yap]
TÜRKÇENİN SAHİPSİZLİĞİ

Bazı konular vardır, işlene işlene kabak tadı verir. Türkçe, Türkçe’nin yanlış kullanımı konusunda yazmak da öyle oldu. Her şeye rağmen yazmak istedim bu konuyu. Biraz Arapça biraz Türkçe harmanlanıp söylenmiş güzel bir söz var: Ettekrar-u ahsen velev kane yüz seksen. ‘Güzel şeyi yüz seksen kez olsa da tekrar etmek güzeldir.’ Biraz da bu sözden cesaret aldığımı söylemliyim.

Aklımızdan çok gönlümüzle yaşadığımız çağlarımız olur bizim; fikirlerimizi din edindiğimiz, onlar uğruna dövüştüğümüz, savaştığımız; hatta öldüğümüz… Elbette insanoğlu için ölünecek şeyler de vardır; ama bunların neler olduğunu iyi düşünmek, iyi seçmek lazım. İnançlarımızı, siyasi görüşlerimizi, menfaatlerimizi hayatımızın merkezine oturttuğumuz zaman düşünce gücümüzü yok etmiş, onu öldürmüş oluruz. Elbette ‘gönül’ü inkâr edecek değilim; ama her şeyi ona teslim etmek gibi bir garabete de düşmek istemiyorum. Ben hep bu iki kutbun; yani aklın ve gönlün ortak noktasını arayan bir insanım. Bilgi dediğimiz şey bu ikisinin kaynaşmasından başka bir şey değildir bence. Her şey sevmekle başlar mutlaka; ama sevmekle her şey hallolmuyor. Buna aklı da karıştırmak lazım.

Okuduklarıma, dinlediklerime ve düşündüklerime dayanarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, dil konusunda çok ciddi yanlışlarımız, yanılgılarımız var. Dili kullanan herkes dil konusunda konuşma hakkı olduğunu düşünüyor. Başkalarının işine karışmayı, bilgiçlik taslamayı kendi işimizi unutacak kadar seviyoruz. Hiç kimse kalkıp da fen bilimleri hakkında ahkâm kesmiyor; ama dil ve tarihe gelince herkes dilci, tarihçi kesiliveriyor. Bu konuda konuşanların kötü niyetli olduğunu ileri sürmek gibi bir nezaketsizliğin içinde olmadığımı söylemeliyim; ancak bilimde iyi niyetin pek işe yaramadığını da söylemeden geçemeyeceğim. Şurada burada kahve muhabbeti seviyesinde dili tartışanlara bir sözüm yok aslında. Benim asıl üzüldüğüm nokta dil konusunda tahsil görmüş insanların kamplaşmasıdır. ‘Yaşayan Türkçe, Öz Türkçe’ gibi kavramların ortaya atılması ve bunların etrafında çok ateşli tartışmaların yapılması oldukça hazin bir durumdur. Çeşitli kurumlar tarafından bazı kitaplara ‘Dil Ödülü’ adı altında ödüller verilmesi de bir başka garabettir. Resim dalında dünyanın herhangi bir ülkesinde ‘Renk Ödülü veya Kaliteli Boya Ödülü’ diye bir ödül var mıdır bilmiyorum; ama bu mantıkla mutlaka olmalı, diye düşünüyorum.

Biz oturmuş sıradan, incir çekirdeğini doldurmayacak basitliklerle uğraşırken batı dilleri dilimizi istila etmeye devam ediyor. ‘Hiper, shop, mega, in, out’ vs. (Bu arada bütün bu kelimeleri bilgisayarın yanlış diye işaretlediğini de belirtmeliyim) kelimeler en ücra köylerde bile kullanılır oldu. Oysa bu kelimelerin dilimizde bir değil birkaç karşılığı var. Geçen yıl Lüleburgaz’da pazarda dolaşıyorum. Önümde orta yaşta karı-koca oldukları belli bir kadınla bir adam yürüyordu. Kadın eşine dedi ki: ‘Gel şu dükkana girelim, süeter bakacağım’. Adam sert bir sesle: ‘Ne süeteri be, şuna kazak desene!’ diye çıkıştı. Hayatımda duyduğum en güzel sözdü bu. Keşke herkes bu kadar bilinçli, bu kadar titiz olsa dilimiz hakkında.


Özel radyoları, televizyonları dil bilincinden yoksun bir sürü sunucu istila etti. Türkçenin başını gözünü yara yara konuşmaları yetmiyormuş gibi, bir de farklı aksanlarla konuşuyorlar. Öyle ki, ilk anda Türkçe konuşmuyorlar zannına kapılıyorsunuz. Neden sonra Türkçe konuştuklarını fark ediyorsunuz. Türkiye’de her şey için sınav yapılıyor, her şey için tahsil, diploma, yeterlilik belgesi isteniyor. Ne yazık ki sunuculuk için hiçbir şey istenmiyor. Yerel yayın kuruluşları az parayla gençleri kullanırken, daha büyük yayın kuruluşları da yüksek paralarla dili kullanmanın dışında her türlü özelliğe (!) sahip olan bir takım insanları kullanıyorlar. Çok ciddi bir kanalda sunucu soruyor şarkıcıya: ‘baban kaç yaşında öldü Emrah?’. Şarkıcı önce babasının ölüm yaşını söylüyor. Sunucu hemen düzeltiyor: ‘Yani sen kaç yaşındaydın, demek istemiştim’. Sunucunun dediğini kulağı duymuyor galiba! Haberlerde. ‘Meteoroloji İstanbul’a yağmur yağacağı uyarısında bulundu’ Kim kimi uyarıyor belli mi sizce? ‘Totti maça damga vurdu’ diyor spor sunucusu. Acaba Totti maça hangi damgayı vurdu? ‘Sürekli insanlar beni seviyor’ diyor sanatçı, süreksizler sevmiyor demek ki! ‘Şükrü Saraçoğlu Stadı’nda yer yerinden inliyor’ diyor bir başka sunucu. Aynı sunucu yüzde yüzlük golün kaçtığını söylüyor. Bizim futbolcular golleri yüzde yüz birde mi atıyorlar acaba? Bir başka maçta sahada oynayan oyuncuyu tanıtan sunucu: ‘Fatih Fenerbahçe’de oynayan Ümit’in erkek kardeşidir’(*) diyor. Sanıyorum Fatih’in erkek olduğunu seyircilerin bilmediğini sanıyor. Bunlar ilk aklıma gelen hatalar, oysa o kadar hata yapılıyor ve biz bunlara öylesine alışmışız ki, artık hatanın nerede olduğunu anlayamaz hale gelmişiz.

Bütün bu olumsuz örneklerin sebep değil sonuç olduğunu ve bu şekilde konuşanları, dili bu kadar özensiz kullananları suçlamadığımı belirtmeliyim. Sebeplerden ziyade sonuçlar üzerinde durulması bize bir fayda vermez. Bu örnekleri vermemin sebebi o insanları suçlamak değil, bir durumu tespit etmektir.


Dilin içinde bulunduğu durumla ilgili yeterli çalışmaların yapılmadığını düşünüyorum. TDK’nun ne yaptığını gerçekten merak ediyorum. Neden adam gibi bir imla kılavuzumuz, adam gibi bir sözlüğümüz yok? Neden her kelimeyi bulabileceğimiz bir sözlük hazırlanmıyor? Bir kelimeyi bulmak için on sözlüğe, yazılışını öğrenmek için de bir o kadar farklı imla kılavuzuna bakmak zorunda mıyız? Neden Türkçe şuurunun uyandırılması için konferanslar, paneller, kampanyalar ve buna benzer ciddi ve sürekliliği olan çalışmalar yapılmıyor? Kaldı ki TDK’nun mali sıkıntısı da yok. Atatürk’ün bıraktığı miras çok ciddi bir kaynak. Eften püften ödüllerle, yayınlanan birkaç eserle, dergiyle bu iş yürümez.

Bir başka husus da eğitimimiz. Lisede okutulan kitaplara bakın, tam bir facia! Özensiz ve edebi zevkten mahrum örnek metinler, laf olsun diye hazırlanmış çoğu ilkokul seviyesinde sorular; yarısı alınmış şiirler, roman özetleri ve yazarlar hakkında birkaç satırlık yazıyla edebiyatı, Türkçeyi sevdirmeye çalışıyoruz. Bir yazarın en önemsiz eserinden, bir şairin hiç duyulmamış ve en kalitesiz şiirinden örnekler alınıyor. Öğretmen ve öğrenci bir yığın lüzumsuz teferruatın içine itiliyor. Şekiller, türler, muhteva unsurları, edebiyat tarihi vs. hepsi bir arada verilmeye çalışılıyor. Kitaplarda bir yığın bilgi hatası var, dil hatası var. Öğretmen bütün bunları öğrencilerine anlatmakta zorluklarla karşılaşıyor. Edebiyat ders kitabı yol gösteren bir kitaptır, bilgi veren, yönlendiren, şekillendiren değil. Bunu edebiyat öğretmeni yapar.

Dilbilgisi hususunda da bir sürü problemler var. Her öğretmen üniversitede öğrendiği doğrultuda konuları anlatıyor. Takısız isim tamlaması var mı yok mu? Zincirleme, karma isim tamlaması var mı yok mu? Tümleçleri nasıl isimlendireceğiz? Biri zarf tümleci derken öbürü edat tümleci diyor? Birileri isim, sıfat, zamir, zarf, sıfat fiil derken, diğerleri ad, ön ad, adıl, belirteç, ortaç vs. diyor. Neden bir dilbilgisi terminolojimiz yok? Yeni sistemle birlikte konan Dil ve Anlatım dersinde bu daha da karmaşık hale getirilmiş. Amaç yeni kavramlar, yeni konular üretmek değil, öğrencimize Türkçe’nin güzelliklerini, sağlam ve mantıklı yapısını kavratmak olmalıdır. Oysa biz bu kadar teferruatla öğrencimizi korkutmaktan, onu bu dersten soğutmaktan başka bir şey yapmıyoruz.

Ben bu işin ciddiyetle ele alınması ve çok daha ciddi çalışmaların yapılması gerektiğine inanıyorum. Edebiyatı, dili genç nesillere öğretmenin yolu onları güzel örneklerle karşılaştırmaktan geçtiğini unutmamalıyız. Dil ve Edebiyat bir milletin kimliğidir. Atatürk: ‘Dil ili milli his arasında çok sıkı bir münasebet vardır’ derken bu hakikate işaret etmiştir. Bize düşen bu işaretin gereğini yerine getirmek değil midir?

Ne yazık ki benim güzel dilim sahipsiz kalmış. Adı Türkçe dükkan yok şehirlerimde. Yabancı bir diyarda gezer gibi geziyorum kendi memleketimde. Çocuklarım birbirlerine yabancı isimlerle hitap ediyor. Şiir defterlerinde, hatıra defterlerinde ‘seni seviyorum’u çoktan kovmuşlar; onun tahtında ‘I love you’ kurumlu kurumlu oturuyor. Herkes Ti Vi diyor, Be Em We diyor, Ti aR diyor. Arabası olanlar depoları fulleyip dolduruyorlar, sonra da ya üç saat yol ya da bir saatte iki Çorlu yapıyorlar(!) Sanatçılarımız konser vermiyor, performans yapıyorlar. Ne diyeyim dostlar? Vay benim garip Türkçem!

Daha acısı bu çarpıklıkları kime söylesen: ‘aman sen de, Türkçe değil mi, nereye çeksen oraya geliyor’ diyor…

Sözlerime bir Türkçe aşığının sözleriyle bitirmek istiyorum:

‘Ben Divan şiirinin gazelleriyle mest oldum. Fakat sevgili İzmir’imin, ismini yâd ettikçe ciğerimi sızlatan sevgili İzmir’in; İki Çeşmelik kızının incir işlediği esnada okuduğu Türkçe şarkıya da mest oldum. Ben, o sevgiliyi atlas şalvarıyla, başının üzerinde altın işlenmiş takyesi ile gördüm. Ben onu perişan gönüllü şairin:

O gül endâm bir al şâle bürünsün yürüsün
Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün
Beytinde olduğu gibi, bir al şala sarılıp büründüğünü görerek de sevdim…” (**)

Remzi ÇİNKO
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

(*) Cümledeki isimler değiştirilmiştir.
(**) Halit Ziya UŞAKLIGİL



Bütün konular: 58
Bütün postalar: 548
Bütün kullanıcılar: 95
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
 
  Bugün 49 ziyaretçi (71 klik) kişi burdaydı!